YARGITAY Başkanlığı’nca, temel hak ve özgürlüklerin korunmasının, tüm yargı organlarının görevi olduğu belirtilerek, “Bizatihi Anayasa’yı korumak amacıyla kurulan Anayasa Mahkemesi (AYM), tartışmalara konu olan davada, Anayasa koyucunun iradesini yok sayarak Anayasa’nın 83’üncü maddesindeki atıf nedeniyle somut olaya uygulanması gereken 14’üncü maddesini işlevsiz bırakmıştır” açıklaması yapıldı.
Yargıtay Başkanlığı, AYM ve Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi’nin Şerafettin Can Atalay hakkındaki kararları ile ilgili yazılı açıklama yayımladı. Anayasa’nın 146, 154 ve 155’inci maddelerinde yüksek mahkemelerin; AYM, Yargıtay ve Danıştay olarak düzenlendiği belirtilerek, “Birbirlerine üstünlük sıralaması öngörülmemiştir. AYM kararlarında olduğu gibi kesinleşmiş tüm mahkeme kararları herkes için bağlayıcıdır. Yargıtay, 6 Mart 1868 tarihinde kurulmuş, 155 yıllık köklü bir geçmişe sahip, adli yargının en üst temyiz mercii olup üyelerinin tamamı alanlarında uzman ve deneyimli yüksek hakimlerden oluşmaktadır. Anayasa’nın 154/1’inci maddesine göre; ‘Yargıtay, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir.’ Anayasa’nın 154’üncü ve Yargıtay Kanunu’nun 13’üncü maddesine göre; Yargıtay’ın adli yargı alanında hukukun ülkede eşit şekilde uygulanmasını sağlama görevi bulunmaktadır. Hukukun objektif, belirli ve öngörülebilir olması, eşitlik ve hukuki güvenliğin ve özellikle de adil yargılanma hakkının teminatıdır” denildi.
‘BİREYSEL BAŞVURU İKİNCİL HAK ARAMA YOLUDUR’
Anayasa’nın 148’inci maddesinde ise AYM’nin görev ve yetkilerinin tanımlandığı, bu görevler arasına 7 Mayıs 2010 tarih ve 5982 sayılı Anayasa değişikliği ile bireysel başvurunun da eklendiği, 2012 yılından itibaren uygulanmaya başlandığı anımsatıldı. Bireysel başvuru incelemelerinde AYM’ye başvurulabilmesi için olağan kanun yollarının tüketilmesi şartı bulunduğu kaydedilen açıklamada, “Yine Anayasa’nın 148/5 hükmüne göre; ‘Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz’ şeklindeki hüküm ile bireysel başvurunun yargısal sınırı çizilmiştir. Bu haliyle bireysel başvuru; temel hak ve özgürlüklere yönelik hukuka aykırı müdahalelerin kanun yollarında giderilememesi halinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir hak arama yoludur. Olağan veya olağanüstü kanun yolu değildir. Dolayısıyla AYM adli ve idari mahkemelerce verilen kararları bozan bir mahkeme olmadığı gibi istinaf ve temyiz mercii olarak davaları yeniden incelemeye yetkili bir makam da değildir. Buna karşın, AYM’nin, bireysel başvuru incelemelerinde zaman zaman Anayasal ve yasal sınırları aşarak Yargıtay ve Danıştay uzman dairelerince geliştirilen yerleşik içtihatları ters yüz edecek, hukuk sistemini kaosa sürükleyecek şekilde kararlar alması, kesin hüküm etkisini tamamen devre dışı bırakılmasına neden olmaktadır” ifadelerine yer verildi.
‘HAKSIZ TEPKİLER, ÜZÜNTÜYLE KARŞILANMIŞTIR’
Açıklamanın devamında, bir kısım kamuoyunun gündemini meşgul eden davalar üzerinden uygulanan iletişim stratejisi ile mevcut Anayasal düzen bir kenara bırakılarak AYM’nin ‘süper temyiz mahkemesi’ olduğu şeklinde toplumsal bir algı oluşturulduğu vurgulandı. Temel hak ve özgürlüklerin korunmasının, yalnızca AYM’nin değil, tüm yargı organlarının görevi olduğu belirtilen açıklamada şu ifadelere yer verildi:
“Türk yargı sisteminin gerçekten mevcut olan yapısal sorunlarının çözümü için elverişli bir araç olması ümit edilen bireysel başvurunun, mecrasından çıkması, yargı sistemini zayıflatan sistemsel bir sorun haline gelmiştir. Bireysel başvuru sisteminin faaliyete geçmesinden itibaren yukarıda özetlenen sorunlar AYM üyelerinin de bulunduğu bilimsel toplantılarda defaatle ifade edilmesine, Yargıtay Başkanı’nın adli yıl açış konuşması ile yıl sonu basın değerlendirme toplantılarında ve Danıştay Başkanı tarafından Danıştay’ın kuruluş yıl dönümü toplantısında gündeme getirilmesine karşın, AYM’nin kararlarındaki Anayasal ve yasal yetki aşımı olarak değerlendirilen benzer uygulamalar artarak devam etmiştir. Bizatihi Anayasa’yı korumak amacıyla kurulan AYM, tartışmalara konu olan davada, Anayasa koyucunun iradesini yok sayarak Anayasa’nın 83’üncü maddesindeki atıf nedeniyle somut olaya uygulanması gereken 14’üncü maddesini işlevsiz bırakmıştır. Anayasal düzene uymayan bu bakış açısının etkisi ile bazı kararlarda yüksek mahkeme olan Yargıtay ve Danıştay’ın derece mahkemesi olarak nitelendirilmesi, tartışmalara konu olan Şerafettin Can Atalay dosyasında olduğu gibi terör suçlarına bakan ve tamamen yargısal bir görev ifa eden Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi’nin, ’88’inci Anayasa Mahkemesi’nce tespit edilen ihlalin altında yatan sorunları giderme yönünde kamu gücünü kullanan makamlar genel bir yükümlülüğe sahip olmasına karşın Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi, AYM içtihadına aykırı davranmış, benzer ihlalleri önleme yükümlülüğünü yerine getirmemiş; aksine başvurucunun Anayasal haklarını, Anayasa’nın parlamentoya verdiği bir yetkiyi kullanarak, daraltıcı bir şekilde yorumlamak suretiyle ihlal etmiştir’ biçimindeki sözlerle Anayasa’yı ihlal suçunu işlediği ithamında bulunularak hedef gösterilmesi gibi son derece vahim, kabul edilemez hukuki hatalar, bireysel başvuru kararlarının vazgeçilmez dili olmuştur. Yukarıda örneklenerek değinilen AYM’nin uygulamalarının doğurduğu hukuki sonuçlar gözetilmeksizin, bir yüksek mahkeme olan Yargıtay ve Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi’nin yargısal görev ve yetkisi kapsamında verdiği kararlara yönelik yüksek yargı kurumlarının saygınlığını zedeleyen ve eleştiri sınırlarını aşan haksız tepkiler üzüntüyle karşılanmaktadır. Hukuki güvenliğin, toplumsal barışın ve hukuki öngörülebilirliğin sağlanması bakımından Anayasa’dan aldığı yetkiyle Yargıtay, bireysel başvurunun mevcut haliyle uygulanmasının doğurduğu sorunların giderilmesi ve karşılaştırmalı hukukta kabul edilen standartlara göre geliştirilmesi konusunda ihtiyaç duyulan, Anayasal ve yasal çalışmalarda gerekli desteği sağlamaya her zaman hazırdır.”